komplo:
Vatanını çok seven ve 45 yıl askerlik yaptıktan sonra yüzbaşı olarak emekli olan bir adamın hikayesidir.
2. Romanın özeti:
Türk ordusunda yıllardır bıkmadan, usanmadan bize getirilen yeni bir gelenek var: İyi şeyler yap, büyük şeyler yap ama yaptıklarıyla asla övünme! Sanki kutsal bir gelenekmiş gibi, sanki her Muhammedşi ve ordudaki her subay adayı şu özdeyişi öğrenecekmiş gibi: Abgat ve Fetih (ilk ve son ilim):
“Feda edilebilecek en son şey candır ama ey Türk askeri bil ki vatanın için feda edebileceğin ilk değersiz şey canındır.”
Asker olarak orduya katılan 99 yaşındaki Yüzbaşı Süleyman Karaca, yüzbaşılıktan terhis oldu ve kırk beş yıl orduda hizmet ettikten sonra emekliye ayrıldı. Yedi sekiz köyün öğretmenidir, bu köylerin hiçbirinde okul yoktur, kapı kapı gezer, para toplar, malzeme toplar, işçi alır, jöle okulu kurar.
Bir gün kaptanı görmeye gelen görevliler arasında Kastamonu Fidanlık Müdürü Şevki Akalın, Yüksek Su Yüksek Mühendisi İbrahim Deren, Yüksek Orman Yüksek Mühendisi Sayit Kantarel, Bucak Müdürü Nuri Tunçbelik ve Celal Daoud Aribal de bulunuyor. Ve yüzbaşı bu subayları ayakları üzerinde türküler toplayan naif gençlere benzetir, çünkü bu subaylar halkı samimiyetlerine ikna edemezler ve sık sık yüzbaşıya şikayet ederler ve yüzbaşı da bu olaylardan sonra onlara bu benzetmeyi yapar. ve bunu yüzlerine karşı söyler.
Köylülerin bu şekilde davranmasının sebebi ise köylülerin söze değil yapılana bakmalarıdır. Ve yüzbaşı onlardan kuru sözler yerine somut eylemler bekler ve ancak o zaman köylülerin güveni inşa edilir. Bir gün köy odasında birlikte otururken yüzbaşı, bazı gençlerin öleceğini ve bir öküzün güvenli olduğu için bir yerliye satıldığını öğrendi. Ve bu olaya gerçekten çok üzülür. Bu sırada gençler köy şişinde oturmuş kendi aralarında bir şeyler fısıldamaktadırlar.
Bu sırada aldatmacaları ortaya çıkınca oradan uzaklaşmak isterler. En azından kusurları yüzlerine vurulunca utanacakları bir ahlak düzeyinde olduklarını, vicdanlarının henüz korkacak kadar kararmamış olduğunu gösterir. Sonra gençlerin çok üzüldüklerini ve vicdanlarının sızladığını fark eden kaptan, onlara Fatih dönemindeki atalarımız hakkında kendilerine ve diğerlerine ibret olsun diye nefis bir efsane anlatır. Efsane şöyledir: Dört yüz doksan iki yıl önce İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmed, Bizans’a hapishane ve zindanlardakileri serbest bırakmasını emreder. Herhangi bir suç işlemiş gibi görünmüyorlar. Memurlar ne zaman, neden ve kimin hapsedildiğini soruyor. Adamlardan biri, bir zamanlar padişahın cariyesi olduklarını, ülkenin gidişatını ve durumunu beğenmediklerini ve bu durumun devam etmesi halinde devletin mahkûm edileceğini İmparator’a söylediklerini söyledi. Şimdi imparatoru görmek ve sözlerinin doğruluğunu kanıtlamak istiyorlar. Filozofların bu sözleri fatihin kulağına gider. Filozoflar hamama götürülür, kıyafetleriyle yıkanır, kıyafetleriyle yıkanır ve tekrar padişahla buluşur. El-Fatih onlara der ki: Eğer bir devletin iflas alametlerini görürseniz, gidin yurdumu baştan sona gezin. Gelip onda reddedilme belirtileri görüp görmediğini söyle ve onlara bir kese altın ver. Bütün bu filozoflar büyük bir şaşkınlık içinde Bursa’ya doğru yola çıkarlar.
“Annesinin öldüğü gün mahkemeye çıkmayan hakim”
Erkekler de Bursa halkının onur ve dürüstlükle işine ve gücüne devam etmesine, namaz vakitlerinde camilerin dolmasına sevindiler. Sonra mahkemeleri görelim diyorlar. Hakimin önünde iki kişi var. Davacı dedi ki:
Hakim ben bu adamdan bin kuruşa bir at aldım. At devre dışı bırakıldı ve ben onu ters çevirdim. İade teklifini kabul etmediğini belirtti. Hakim bu kez davacıya dönerek:
Eh, çünkü bu adam atı geri alamadı; Dedi ki: Niçin hakime gidip hemen hayvanı geri vermesini istemedin? Davacı ise hakimin makamına geldiğini ancak kendisini bulamadığını söylüyor. Hatta hakimin korumasının da tanık olduğunu söyledi. Hakim davacıyı destekler. Hakim, o gün annesinin öldüğünü, cenazesinde mezarına giderek ona karşı son görevini yerine getirdiği için makamında bulunmadığını ve cebinden cüzdanını çıkarıp şöyle dediğini anlatır:
Ve davacıya parayı ödeyip, “Öyleyse bana şu bin senti ödemem emredildi” dedi ve bu kadar az olaya tanık olan filozoflar, fatihin huzuruna çıktılar ve şöyle dediler:
Padişahıma dediler ki: Halkında manevi saflık ve asalet olduğu ve mahkemelerinde böyle bir adalet olduğu müddetçe korkma, çünkü ülken çökmek üzere gerilip yükselecektir. Kaptan, Fatih’in İstanbul’u fethettiğinde yirmi iki yaşında olduğunu ve bu efsanelerin her birinin herkesin hikayeden nasibini almasını söylediğini hatırlatır. Ve herkes çocuğunu okula göndermekle yükümlüdür ve onlara çeşitli bilgiler verildiği gibi güzel ve sağlam ahlak da kazandırılır. Etkinlik sonunda gençler öğrenecekleri tüm dersleri çoktan öğrenmiş ve yaptıklarından pişmanlık duymaktadır. Yüzbaşıyı ikna ederek köyün kalkınması için hepsi bir çözüm ararlar ama köyün en büyük sorunu su sorunudur. Dilleri ve tatları kuruyan, su hasretiyle yanan bu köylülerin çamurlu suları bile onları döndüremedi. çamurlu suda. Yüreğinde güç ve umut aynı kalır ve bunun en güzel örneği, sınırlı imkanlara rağmen üç ayda inşa edilen okuldur. Mahalle müdürü, ne yapacaklarını programlayıp işbirlikçi bir şekilde yaparlarsa köyün dört veya beş yıl içinde gelişebileceğini düşünüyor. Daha sonra köyün kalkınması için bir dernek kurmaya karar vermişler. Dernek için bir isim bulmak gerekiyor. Önce derneğe “Araba köylerinin kalkınmasına yardımcı olacak bir dernek” diyorlar. Ama kaptan bu ismin biraz uzun olduğunu söyler ve en iyi olanların her bir kelimesinden bir veya iki harf alarak kısa bir isim bulur. “Acaia Society” artık bu derneğin yeni adıdır. Bundan sonra hepsi Akaya’nın yolundan giderler.
3. Romanın ana odak noktası:
Etrafında emekli bir yüzbaşı ve birkaç subay toplanarak köylerini kalkındırmak istediklerini ve bu uğurda gösterdikleri çaba ve azimle neler başardıklarını anlattılar.
4. Kitaptaki olay ve kişilerin takvimi:
Kastamonu Fidanları’nın müdürü, yüksek suların mühendisi Şevki Akalın, derinliklerin kaptanı İbrahim de ona Suku İbrahim diyor. Arabacı Sucu İbrahim evlidir. Kıdemli Orman Yüksek Mühendisi Sait kantarel… Sait operatörü olarak da bilinir. O da yüzünün güldüğünü belediye kasasına para gelmeye başladığını söylüyor. Celal Daoud Aribal suyu döver ve balı çıkarır. Bir de bucak müdürü Nuri Tunçpilik var. Kaptan onu bir kaptan gibi gösteriyor. Bölüğünün başında dimdik duran kartal, kartal kaptan için umut doludur…
5. Kitapla ilgili kişisel görüşler:
Konusu itibariyle sürükleyici ve yörenin lehçesini kitapta ön plana çıkaran, içerisinde küçük öykülerin yer alması anlatıma derinlik kazandıran ve okuyucuya kitabı okurken büyük keyif veren sürükleyici bir kitap.
Diğer roman özetleri
kitap özetleri
Guy Heilmaz’ın Fırtınaya Karşı Özeti Sichuan’da Yağmur Yağıyordu Haldon Tanner’ın Özeti
Diğer gönderilerimize göz at
[wpcin-random-posts]